7 Temmuz 2014 Pazartesi

SZIGET PERFORMANS ARTIRICI

Bu haftadan itibaren Sziget hazırlıklarımda yeni bir chapter'a başlıyorum.

Daha önceki deneyimlerime dayanarak, gelişime açık yönlerimi kapatarak  performansımı %100'e çıkarmaya karar verdim. Boru değil bu yıl üst üste dördüncü kez gidişimiz olacak.

Bildiğiniz gibi Sziget'e giderken oturup ders çalışır gibi lineup çalışıyoruz, ne biliyim haritadan yerleşime çalışıyoruz, kıyafet çalışıyoruz, işte ilaç falan götürüp sağlık çalışıyoruz di mi? Ama çok önemli bir şeyi atlayıp gelişi güzel akışına bırakıyoruz, peki neyi çalışmıyoruz?

Aslında çok önemli bişi bu, festivalin neredeyse %50si!

Neyse bugün itibariyle 1 ay boyunca o burun kıvırdığımız, abuk sabuk dediğimiz,  güldüğümüz şarkıları ben hafızaya almaya başlıyorum.

Arkadaşlar çalışmasa da olur festival öncesi 2 gün hızlandırılmış bir kursla ben onları hazırlarım, peki neden?

Bildiğiniz gibi festivalde bir sürü performansa, bilmem ne lineupa oturup çalışıyoruz hazırlanıyoruz, ama günümüzün yarısı irili ufaklı barlarda masaların üzerinde dans ederek ya da o barlarda yol üstünde bir kaç şarkılık zamanlarla geçiyor.

Dolayısıyla oradaki çalan abuk subuk şarkılara eşlik etmek, olası potansiyel takılınacak hatunlara daha da yaklaşmak için, barış için, insanlık için bakkal şarkılara kendimizi vermemiz lazım.

Burun kıvırarak, olmaz bunlar diyerek yol alınmaz. Yollar her türlü taşa toprağa çakıla dayanarak alınır. Alkol duvarları aşıldığında mecburen yürüyeceğin yolları önceden geçmelisin ki ayağın burkulmasın.

Mesela şunun gibi.

29 Ağustos 2013 Perşembe

Mısır Suriye Müslüman Kardeşler El Kaide ve RTE

Arap Baharı'nın ilk günlerinde; sonunda baskıcı ve gerici rejimlere karşı Kuzey Afrika ülkeleri uyanıyor. İnsanlar bilgi ve iletişim çağı sayesinde yıllardır bi haber oldukları Dünya'yı daha yakından takip edebiliyor ve kendi ülkelerinin olduğu hali analiz edebiliyorlar. Bunun sonucu olarak da haklarını aramaya başladılar diye düşünüyordum.  Aslında olanlar da buydu .  Ancak haklarını isteyenler ile hakları vermeyenler arasında önemli bir fark vardı. Hakları vermek istemeyen ve yıllardır insanların haklarını sömürenler çok iyi kenetlenmiş, sermayeye hakim ve vicdansız insanlardı.

Kendi koltuklarını ve kuvvetlerini kaybetmemek için insan öldüren, insanlara işkence yapan, televizyonlara çıkıp insanların gözlerinin içine bakarak yalan söyleyen, iktadar da kalabilmek ya da iktidarı ele geçirebilmek için Dini kullanan insanlara karşı, yıllardır ezildiğini ve kandırıldığını anlayan, öfkeli ama sağ duyulu, yılların korku politikalarının aslında sadece kafalarda olduğunu bilen ancak hiç örgütlenmemiş bir kitle. Bu çekişme ve hareket maalesef hakkını arayan kitlelerinin basın yayın yolu ile kandırılarak 2-3 rüşvt verilerek susturulması ile son buldu. Arap baharı öncesi diktatörleri bile arar oldu halklar.

Müslüman Kardeşler oluşumu için böyle bir ortam bulunmaz bir fırsata dönüştü çünkü siyaset yapacaklar içersinde örgüt yapısını oturtmuş ve hazır tek kurum onlardı. Arap Baharının etkilediği ülkelerde Müslüman Kardeşler oluşumuna bağlantılı siyasi yapılar ya iktidar oldular ya da iktidara yakınlaştılar. Müslüman Kardeşler bugün ortaya bir çıkmış oluşum değil. Senelerdir siyaset arenasında olanlar Müslüman Kardeşler oluşumunun hedeflerini ve fikirlerini iyi biliyorlardı ve o zaman bile Arap Baharının bu ülkelere daha fazla özgürlük mü getireceğini yoksa bu ülkeler Radikal İslamcı grupların etkisi altında mı kalacak diye sorgulamaya başlamışlardı.

Mısır’da yapılan seçimlerin ne kadar şeffaf ve hilesiz olduğu konusuna girmek gereksiz ancak Mursi %52 ile seçilmiş bir liderdir demek te bir o kadar yanıltıcı ve yalan. Mursi katılımın %54 seviyesinde olduğu bir seçimde %37,50 oranında oy almıştır. Yani tüm oyların %20,25 ini almıştır. Bu bilgiyi vermemin nedeni darbeyi meşrulaştırmak değil ancak resmi tam anlamı ile ortaya koymaktır. Mursi aldığı bu oy miktarı ile Mısır halkının öncelikli sorunları olan, özgürlükler, işsizlik, altyapı eksikleri gibi sorunlar yerine vefat etmiş eş ile kaç saat cinsel ilişkide bulunulabilir ya da Etiyop’yada nil üstüne yapılacak barajı patlatıp suçu Nijer’yanın üstüne nasıl atarız gibi planlarla uğraşmış ve zaten %20 desteğine hakimken bu destekten yoksun hale gelmiştir. Gelinen noktaya sadece başkalarının yaptıkları yüzünden değil kendi kifayetsiz yönetimi de etkili olmuştur.

Yine Mısır’da yapılmış olan darbeye bakacak olursak ordunun bir harekete önderlik yaptığını söylemek zordur. Mısır’da Mübareki deviren (ve o zaman RTE tarafından desteklenmiş olan) halk hareketine benzer bir ayaklanma başlamış ve insanlar Tahrir meydanına toplanmaya başlamışlardı. Ne zaman ki Mursi kendi taraftarlarını bu toplanan insanların üstüne gitmeye çağırdı o zaman ordu olası bir iç savaş ve insan katliamını engellemek üzere harekete geçti ve haddini aşar şekilde yönetime de el koydu. Bunu sırf ordunun başlatığı bir hareket olarak değerlendirmek düz anlamı ile yalan olur.

Suriye lider Esad Arab Baharının ilk günlerinden itibaren Kuzey Afrika’da güç kazanmaya başlayan Müslüman Kardeşlerin karşısında yer aldı. Kendi ülkesinde de arap baharının uzantılarının başlamsı ile birlikte o dönemdeki bütün liderler gibi kendi iktidarını koruyacak adımlar attı. RTE ile can ciğer olan ikilinin arasıda arap baharı sonucu tutukları tarafların farklılaşması sonucu ayrılmaya başladı. Zaten herkes epey şaşırıyordu 2 sene evvelinde beraber tatile gidecek kadar samimi olan RTE-Esad arasına ne girmişti kimse anlamıyordu. RTE Müslüman Kardeşleri açıkca destekliyor Esad ise açıkca karşılarında duruyordu.

RTE ile Müslüman Kardeşler bu noktadan sonar beraber hareket ederek hem Suriye içersinde huzursuzluk yaratıyor hem de çok daha tehlikeli bir oyun olan ve Arab Baharı sırasında ucunu bile gördüğümüzde bizi dehşete sürükleyen mehzep savaşlarını körüklemeye çalışyorlardı. Mezhep savaşlarının tehlikesini bilen ve önlemek isteyen körfez ülkeleri bu noktada Müslüman Kardeşleri ve dolayısı ile Türkiye’yi zaman içersinde yalnızda bıraktılar.

RTE’nin şu anda ne yapmak istediğini anlamak ya da okumak pek mümkün değil. Haksızlığın olduğu yerde biz susmayız lafını anca halen ona inanan bir kaç Türk yer ama ne yabancı ülke liderleri ne de uluslar arası kuruluşlar bu sözleri yemez.  Türkiye şu anda dünyadaki her birey tarafından terörist olduğu kabul edilmiş el kaide örgütünün bir uzantısı olan ve Reyhanlı’da öldürülen 53 vatandaşımızın katili var sayılan (Ayrılıkçı RTE tarafından öldürülen 53 kişinin’de sunni olduğu bilgiside verilmiştir.Bkz. Mezhep kavgası) El Nusra çetesine silah sağlamakta ve lojistik destek vermektedir. Aynı çete mensubu teröristler  30 Mayıs 2013 tarihinde elinde 2 kg sarin gazı ile Adana’da yakalanmışlardır. Tesadüf buki aynı sarin gazının şimdi Suriye’de devlet tarafından kullanıldığı iddia edilmektedir.
El Nusra bir diğer taraftan Suriye’nin kuzeyinde ki kürtleri katletmekte ve hükümetimiz buna sesiz kalmaktadır. Yurt içersinde çok öenmli bir açılım ile ilerletmekte oldukları barış süreci hassasiyeti varken komuşu ülkemizdeki Kürtlerin katledilmesine göz yummak dahası onları katleden gruba silah desteği vermek çok güven veren bir politika olarak görünmemektedir. Suriye devletinin yok ederken Türkiye’ninde Güneydoğu sınırlarını El Kaide emanet etmek te ne kadar akıllı bir politikadır tartışılabilir.

Bir diğer konu ise Suriye tarafından kullanıldığı öne sürülen kimyasal silah konusudur. Suriye’deki çatışma ortamının ilk başladığı günlerde RTE her aybaşı soğukkanlılıkla tarih veriyordu. 2 aya Esad gider, 3 vakte kadar Esad gider misali ancak işler RTE’nin tahmin ettiği gibi yürümedi ve 2 sene geçti Esad orada muhalifler güçler ise ilk zamanlarında Esad’da karşı savaşıyorlardı sonar birbirlerine karşı savaşmaya başladılar ve değil Esad’I götürmek deteksiz ayakta kalacak halleri bile kalmamıştı. Ülke  dolaşarak yardım ve mühimmat bulmaya çalışmaya başlamışlardı. Şimdi ki iddia ise Esad’ın bu kadar rahatlıkla götürdüğü bir savaşta hiç ihtiyacı olmamasına ragmen Kimyasal silah kullanarak uluslararası güçleri ülkesinde savaş içine çekmeye çalıştığına inanmamız doğrultusunda. Esad katil, acımasız bir şeytan olabilir ama bu kadar aptal olduğuna inanmam açıkcası biraz zor. 

25 Aralık 2012 Salı

...pamama, ...dememe

olabilecek en iyi maçı düşünüyorum,
sonra abdi ipekçi'ye olan trafik geliyor gözümün önüne,
yılmıyorum, varıyorum salona.
cok acayip bi mac oluyor,
iyiyiz,

bazen sevinçten 4 sıra aşağı düşüyoruz tribünlerde...
kartlal top 16'da fena esiyor,
maç bitiyor.
sevinçten napıcağımızı şaşırmışız,

navigasyonu kuvvetli bir arkadaşımız otoparkta otomobili bi çabuk buluyor.
içindeyiz, motor calisiyor,
camlar buğu olmaya başladı galiba,
otoparktan çıkamıyoruz, her yer otomobil,

her yer kıpkırmızı stop yanıyor.
çıktık mı derken trafik yutuyor bizi,
dönemiyoruz bi türlü,
gelmesemiydik acaba diyorum için için.

yardım edin,
beni bu psikolojiden kurtarın.




9 Ekim 2012 Salı

hayat dönüyor


yeni ev sonrası, yeni iş derken hayat dönüyor.

mevsim de eksik kalmıyor, o da dönüyor. döndükçe karanlık geliyor, karanlık geldikçe melankoli artıyor artmasına ama artması eskiye götürmek, döndürmek olmamalı.

e hani mevsim geçiyor, zaman ilerliyor, yeni düzen kuruluyordu?

belki de kuruluyor. en azından kağıt üzerinde oyle. yeni insanlar, yeni alışkanlıklar... başta garip ama aslında lazım belli ki. yine de hatırlatiyim kendime, not olsun. korkmak lazım alışkanlıklardan.

ne bekliyorum, neyin peşindeyim bilemiyorum. şimdilik böyle iyi diyebilirim. en azindan nezle bitiyor, burnum koku almaya basliyor diye havaya giriyorum kendi kendime. iyi iyi.

boyleyken boyle.

bu da günlük tipi tarihi belli bi not olsun.


 Sevincem'in katkılarıyla(:

13 Temmuz 2012 Cuma

Kadir Topbaş 3.Köprüye Karşı Çıkanlar Nerede Diye Seslenmiş, Burdayım.

İstanbul sevdalası Topbaş biz İstanbul için neler yaptık kıymetimizi bilmediler nevisi mazlum bir konuşma yapmış. Sonra da biz ile dalga geçmeye çalışarak bize "İstemezükcüler" demiş. (Dediği kelimeyi yazabilmek tekrar konuşmasına bakmam gerekti hak verirsinizki garip bir kelime olmuş, ama olsun Türkçe'mizi zenginleştirmiş.)

Velhasıl bir İstemezükçü olarak 3 köprüye gelene kadar neler yaşandı bakalım.

En yakını köprülerdeki bakım operasyonu ile başlıyor. İstanbul'lu cehennemi görsün zorluk çeksinki 3. köprünün nekadar gerektiği belli olsun mantığı ile yapılan operasyonda, önce hiç bir önlem almadan hönk diye köprüden 2-3 şeriti iptal ederek trafiğin içine edeceksin 10-12 gün ızdırap yaşattıktan sonra son derece basit olan bir dizi önlem alarak trafiği bir hayli rahatlatacaksın. İnsana sormazlarmı ekstra gişe açık tutmak araba vapurlarını 24 saat çalıştırmak, yük araçlarının trafiğini başka saatlere almak gibi önlemleri alabilmek için 12 gün niye bekledin. İstanbul'lu evet haklılar 3.köprü gerek desin diyemi? sonrada çıkıp bu açıklamayı yapabilmek için mi?

1990 senesi İstanbul nüfusu 6.629.431 kişi, 2000 senesinde  ise 8.803.468 kişi (http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0stanbul#Tarihsel_n.C3.BCfus) bu ikisinin ortalamasından yola çıkarsak, 1995 senesinde yani RTE İstanbul'un başına geldiğinde tahmini Nüfus 7.716.450 Kişi civarındadır. İstanbul'un kalabalık olduğu, çok yoğun göç aldığı bu şekilde gelişen bir göç ile ne şehircilik olması nede İstanbul trafiğine bir çözüm bulunması imkansızdır. Başa gelen herhangi bir belediye başkanın yada başbakanın önce bu göçe çözüm yolları bularak önüne geçmesi gerekmektedir. Peki böyle bir çalışma olmuş mu? 2011 senesi İstanbul nüfusu 13.483.052 kişidir. Yani tahmini 1995 senesi nüfusndan 5.766.603 kişi fazla Şimdi 3. köprü nereden çıktı anlıyormusunuz. Sen şehre her 15 senede 5 milyon kişi taşırsan her 15 senede bir yeni köprü yapsan yine çözüme varamazsın. ama tabii bu yeni gelenler sana oy verecekler gelme diyemiyorsun.

Hele Seçim vaadlerinde başbakanımız MÜJDEYİ verdi !!! (Kime ise bu müjde İstanbul'luya olmadı açık) İstanbul'la bir kanal 2 yeni şehir yapacakmış 2023 yılına kadar. Hedef Nüfusu 30 milyon yapmak boğazada herhalde 6 köprü yapmak.

Projeyi tamamlamak için TALAN profesörü Bayraktar'ı bakan yapması işin cabası, diyorlarki 3. köprü tamamlanınca İstanbul daha yeşil olacak. Kesilen ağaç yerini Lale soğanı ekerek dolduracaklarını sanan bir zihniyet tabiki bunu söyleyebilir ama bu halk buna inanacak kadar safmıdır. (Bu cümleyi yazarken inanmak istedim ama maalesef bizim halkımız buna inanacak kadar saf)
Sayın Belediye Başkanımızı her platformda eşit şekilde yapacağımız bir tartışmaya davet ediyorum. Bakalım 3.köprünün getirecekleri ve götürecekleri konusunda her platformda tartışırım. Bir grup soru bile sormayı beceremeyen ( Yada soru sormak istemeyen) gazeteciye demeç vermek kolay. Soru soran bir halka cevap vermek aynı şekilde kolaymı görsün bakalım.


1 Haziran 2012 Cuma

Euro 2012


Çocukluğumdan beri Olimpiyatlar, FIFA Dünya Kupaları ve UEFA Avrupa Şampiyonları'nın her biri beni ayrı ayrı çok heyecanlandırır. Öyle ki her iki yılda bir Haziran ve Ağustos aylarımı bu turnuvalara göre planlarım, ofis verimim bir tarafa evliliğe olan duruşum bile zaman zaman sarsılmıştır bu dev heyecan rüzgarları esmeye başlayınca.

Belli ritüelleri vardır futbol şampiyonlarının. Öyle TV başına oturmak, maçı beklemek ile olmaz. Hazırlanmak lazım ruhen, bedenen. 

Şampiyona başlamadan önceki haftalarda Figurini Panini sticker kitabı alınır, kutu kutu alınan stickerlar büyük bir özenle açılır, yapıştırılmaya hazır hale getirmek için takımlara ayrılır ve dikkatli dikkatli kitapda yerleri bulunur, yapıştırılırlar. Eldekiler yetmez de eksikler kalırsa ilkokuldan kalma alışkanlık ile önce liste çıkarılır, bu işin peşinde olan arkadaşlara ulaşılıp çiftler değiş-tokuş edilir. Yine de eksik kalırsa Figurini Panini'n kapısı çalınırdı. Bugünler de yapılmıyor değil ama yanına yeni eklenen oyuncaklar da olmadı sayılmaz.

2-3 yıl önce yaşanan büyük göç neticesinde PES kıtasından FIFA'ya geldiğimizde başımıza bu kadarının da geleceğini düşünmemiştim. Yaklaşık bir ay önce FIFA 12 üzerine kurulan bir expansion pack ile EURO 12 Play Station'larımızı şenlendirdi. Yeni eklenen bu oyuncak bizi bizden almaya turnuva öncesinde başladı ama sınrasında da o günün maçlarını oynayarak etkisi devam ettirecek belli ki.

Subbuteo Germany'88
Subbuteo Germany'88
Çok uzun yıllar öncesine dönünce Subbuteo gelir akıllara. O zamanlar bilgisayar Sinclair ile, futbol oyunu da P.T.T'li, Zonguldakspor'lu Futbol Menajerlik oyunu ile kısıtlıydı. İyi ki de kısıtlıymış, yoksa o dönemde hem parmak, hem akıl, hem de futbol bilgi ve becesinin bir arada bulunabileceği başka bir oyun düşünülmez, yaratılmazmış. Onbire onbir oynanan ve gerçek futbola halı sahadan sonra en yakın futbol oyunu diyebileceğimiz subbuteo, kırmızı ve mavi iki takım ile kumaş sahalarda başlayan ancak Astro Pitch'lere uzanan sevdası, Italia 90 ile tanıştığımız yedekli takım kadroları, beyaz-sarı-turuncu adidas tango'lu, mitre'li çeşit çeşit futbol topları, her çeşit direk ve file tipi ile kaleleri ve tabi ki 88 yılında Almanya'(mızın)nın giydiği eşsiz güzellikteki formalarını Subbuteo adamlarının üzerinde görmek. Aman allahım!


Bunca oyuncak, bunca edevat aslında yerini tam olarak kaybetmediyse de iphone app'ler, tiwitter @ accountlar girdi hayatımıza. Turnuva takip etmek, ruhunu anlamak, içine girmek, iliklerine işletmek için o kadar çok yol yordam varki artık. Onlardan biri de Euro 2012 iPhone app. 16 takımdan anlık haberler, fikstür, puan tablosu , skorlar ne ararsan var. Bir de goller cebine gelse anında daha ne istersin?

Durum böyle olunca, tunuvaya her yönden konsantre olup hocadan forma bekler hale geldiğinde yıllar geçse de unutmadığın bazı anlar oluyor. İşte o anları aklıma geldiği gibi youtubeladım ki, hep beraber bakalım.


İlk olarak, 1984 Los Angeles Olimpiyatları'nda Carl Lewis'li 100m finalini bir tarafa koyarsak o yaşda bile bir aylık hayat düzenimizi değiştiren ve bizi televizyona kilitleyen Olimpiyatların kapanış seremonisidir anılarımda en başta yerini alan.



Hemen arından, 2 sene sonra beni göz yaşlarına boğan  ValdanoBurruchaga ve Maradona'lı kadrosu ile yeşil formalı Almanya'mızı dize getiren meşhur Mexico 1986 finali. Mehihoo, meeeehihooo!


1988 yılında babamın diz ameliyatı için ailecek Almanya'ya gittiğimizde hem Leverkusen'in gölcüsü Bum Kun Cha'nın ellerinde yükselen UEFA Kupasına dokunma, hem de Avrupa Şampiyonası öncesi adidas tango futbol topunu ağlaya ağlaya aldırma şansı yakalamıştım.  Ağlaya ağlaya aldırmıştım çünkü alışveriş merkezi içinde topu en çok sektirebilen ben değildim. 


Yine de ne olursa olsun, istersen golcünün adı Van Basten olsun; UEFA kupası bir tarafa, Bum Kun Cha bir tarafa final maçında televizyondan böyle bir gol görebilecek olmamız kimin aklına gelirdi ki?


Yıl 1990, yer Club Med Kuşadası ve bu defa çimlerin üzerine kurulmuş, denegede zor duran ileri mi ileri teknoloji, renklerin birbirine karıştığı tüplü bir 52 ekran televizyondan turistlerin görüş açısını kapatmamak için yerde sürünerek izlenen ve uzatmaya giden İngiltere - Kamerun maçı. Tüm köy Kamerun için birleşmişti ama... 




1992 yılında iyiden iyiye basketbolcu olmak için zamanımı antrenmanlara vermiştim gel gelelim kalan zamanlarda turnuvayı hayvanlar gibi izlemiştim. Danimarka'nın tatilden kalkıp misafir olarak gelip finalde Almanya'mızı dize getirmesi hiç hoş olmamıştı ama maçı kombinleyen 6.kattan düşen saksının tanımadığım birinin omzuna isabet etmesiydi.


Açılışlar, kapanışlar, goller tek başlarına televizyondan gördüklerimiz ile değil, o gün nerede, kimle, ne yapılmıştı detayına kadar kalan ve akıldan çıkmayan güzel yemekler, unutulmaz tatiller, sevgililer gibidir. Bazen evde yanlız kaldığımda, bazen tunuva heyecanı sardığında düşünürüm o günleri ve hatırlamaya çalısırım skorları, golleri... mutlu olurum.


2010 Africa Dünya Kupası mutlu anılarla kapanmadı pek. Aklımda kalan "dünya kupasından sonra düşünürüz "demek oldu. O da döndü döndü Papaz-pilav ilişkisine geldi. Bu defa daha iddialıyım bu Avrupa Şampiyonası benim şampiyonam olacak, hadi bilemedim 2014 Dünya Kupası benim olsun, hiç bilemedim 2016-2018-2020... birinden biri.


Bu hayatta bir kupa da benim olsun.





Artık yarış başka kulvarda

90'lı yıllarda kadim dostum, yol arkadaşım, Bodas tanrısı bir arkadaşım ile bir çok yönü ile aynı olan hayatımız bir konuda ayrılıyordu o da Müzik. Kendisi bir Metallica hayranı ben ise U2 hayranı idim. İkimizde grupları yaptıkları müzikler ile kıyaslamayı bıraktık farklı yönleri ile karşılaştırmaya başladık. Yaptığımız tartışmaların pek bir galibi olmadı zaten genellikle tartışmalarımızda pek galip olmazdı hedef bu değil muhabbetti.

Tabii zaman Metallica'dan çok şey aldı götürdü. Grubun yarısı değişti gerisi kaldı yaptıkları müzik ise artık gruplandırılamaz bir hal aldı en son festivallerde 3-4 parça çalacak enerjileri kaldığından festival grubu haline geldiler. U2 ise iki senede bir yaptıkları dünya turnelerinin hepsinde gelir rekoru seyirci rekoru para harcama rekoru gibi yeni rekorlar ile müzik hayatlarına devam etmekte. 

Peki neydi aralarında fark, Yaptıkları müzik desen değil, zira iki grupta 90 lı yıllarda 1-2 albüm ile zirve yapmış daha sonraki hiç bir albümlerinde bu albümlerin üstüne çıkamamış ve tabiri caiz ise bu albümlerin altında ezilmişlerdir. Ama U2 bir şeyi çabuk anladı. "This is show business". Evet taktir edersin etmezsin desteklersin desteklemezsin o ayrı ama işi şova dönüştürmeyi iyi becermek kalıcılık için önemlidir. 

http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/20577978.asp Gazete haberini görünce anlayaağınız gibi Bono yakında Metallica'nın tüm haklarını satın alacak paraya sahip olacak o zaman Dublin'deki evinin garajına Metallica elemanlarına koyup tam bir garaj bandosu haline sokacak diye düşünüyorum.