Arap Baharı'nın ilk günlerinde; sonunda baskıcı ve gerici
rejimlere karşı Kuzey Afrika ülkeleri uyanıyor. İnsanlar bilgi ve iletişim çağı
sayesinde yıllardır bi haber oldukları Dünya'yı daha yakından takip edebiliyor
ve kendi ülkelerinin olduğu hali analiz edebiliyorlar. Bunun sonucu olarak da
haklarını aramaya başladılar diye düşünüyordum. Aslında olanlar da buydu . Ancak haklarını isteyenler ile hakları
vermeyenler arasında önemli bir fark vardı. Hakları vermek istemeyen ve
yıllardır insanların haklarını sömürenler çok iyi kenetlenmiş, sermayeye hakim
ve vicdansız insanlardı.
Kendi koltuklarını ve kuvvetlerini kaybetmemek için insan
öldüren, insanlara işkence yapan, televizyonlara çıkıp insanların gözlerinin
içine bakarak yalan söyleyen, iktadar da kalabilmek ya da iktidarı ele
geçirebilmek için Dini kullanan insanlara karşı, yıllardır ezildiğini ve
kandırıldığını anlayan, öfkeli ama sağ duyulu, yılların korku politikalarının
aslında sadece kafalarda olduğunu bilen ancak hiç örgütlenmemiş bir kitle. Bu
çekişme ve hareket maalesef hakkını arayan kitlelerinin basın yayın yolu ile
kandırılarak 2-3 rüşvt verilerek susturulması ile son buldu. Arap baharı öncesi
diktatörleri bile arar oldu halklar.
Müslüman Kardeşler oluşumu için böyle bir ortam bulunmaz bir
fırsata dönüştü çünkü siyaset yapacaklar içersinde örgüt yapısını oturtmuş ve
hazır tek kurum onlardı. Arap Baharının etkilediği ülkelerde Müslüman Kardeşler
oluşumuna bağlantılı siyasi yapılar ya iktidar oldular ya da iktidara
yakınlaştılar. Müslüman Kardeşler bugün ortaya bir çıkmış oluşum değil. Senelerdir
siyaset arenasında olanlar Müslüman Kardeşler oluşumunun hedeflerini ve
fikirlerini iyi biliyorlardı ve o zaman bile Arap Baharının bu ülkelere daha
fazla özgürlük mü getireceğini yoksa bu ülkeler Radikal İslamcı grupların
etkisi altında mı kalacak diye sorgulamaya başlamışlardı.
Mısır’da yapılan seçimlerin ne kadar şeffaf ve hilesiz
olduğu konusuna girmek gereksiz ancak Mursi %52 ile seçilmiş bir liderdir demek
te bir o kadar yanıltıcı ve yalan. Mursi katılımın %54 seviyesinde olduğu bir
seçimde %37,50 oranında oy almıştır. Yani tüm oyların %20,25 ini almıştır. Bu
bilgiyi vermemin nedeni darbeyi meşrulaştırmak değil ancak resmi tam anlamı ile
ortaya koymaktır. Mursi aldığı bu oy miktarı ile Mısır halkının öncelikli
sorunları olan, özgürlükler, işsizlik, altyapı eksikleri gibi sorunlar yerine
vefat etmiş eş ile kaç saat cinsel ilişkide bulunulabilir ya da Etiyop’yada nil
üstüne yapılacak barajı patlatıp suçu Nijer’yanın üstüne nasıl atarız gibi
planlarla uğraşmış ve zaten %20 desteğine hakimken bu destekten yoksun hale
gelmiştir. Gelinen noktaya sadece başkalarının yaptıkları yüzünden değil kendi
kifayetsiz yönetimi de etkili olmuştur.
Yine Mısır’da yapılmış olan darbeye bakacak olursak ordunun
bir harekete önderlik yaptığını söylemek zordur. Mısır’da Mübareki deviren (ve
o zaman RTE tarafından desteklenmiş olan) halk hareketine benzer bir ayaklanma
başlamış ve insanlar Tahrir meydanına toplanmaya başlamışlardı. Ne zaman ki
Mursi kendi taraftarlarını bu toplanan insanların üstüne gitmeye çağırdı o
zaman ordu olası bir iç savaş ve insan katliamını engellemek üzere harekete
geçti ve haddini aşar şekilde yönetime de el koydu. Bunu sırf ordunun başlatığı
bir hareket olarak değerlendirmek düz anlamı ile yalan olur.
Suriye lider Esad Arab Baharının ilk günlerinden itibaren
Kuzey Afrika’da güç kazanmaya başlayan Müslüman Kardeşlerin karşısında yer
aldı. Kendi ülkesinde de arap baharının uzantılarının başlamsı ile birlikte o
dönemdeki bütün liderler gibi kendi iktidarını koruyacak adımlar attı. RTE ile
can ciğer olan ikilinin arasıda arap baharı sonucu tutukları tarafların
farklılaşması sonucu ayrılmaya başladı. Zaten herkes epey şaşırıyordu 2 sene
evvelinde beraber tatile gidecek kadar samimi olan RTE-Esad arasına ne girmişti
kimse anlamıyordu. RTE Müslüman Kardeşleri açıkca destekliyor Esad ise açıkca
karşılarında duruyordu.
RTE ile Müslüman Kardeşler bu noktadan sonar beraber hareket
ederek hem Suriye içersinde huzursuzluk yaratıyor hem de çok daha tehlikeli bir
oyun olan ve Arab Baharı sırasında ucunu bile gördüğümüzde bizi dehşete
sürükleyen mehzep savaşlarını körüklemeye çalışyorlardı. Mezhep savaşlarının
tehlikesini bilen ve önlemek isteyen körfez ülkeleri bu noktada Müslüman
Kardeşleri ve dolayısı ile Türkiye’yi zaman içersinde yalnızda bıraktılar.
RTE’nin şu anda ne yapmak istediğini anlamak ya da okumak
pek mümkün değil. Haksızlığın olduğu yerde biz susmayız lafını anca halen ona
inanan bir kaç Türk yer ama ne yabancı ülke liderleri ne de uluslar arası
kuruluşlar bu sözleri yemez. Türkiye şu
anda dünyadaki her birey tarafından terörist olduğu kabul edilmiş el kaide
örgütünün bir uzantısı olan ve Reyhanlı’da öldürülen 53 vatandaşımızın katili
var sayılan (Ayrılıkçı RTE tarafından öldürülen 53 kişinin’de sunni olduğu
bilgiside verilmiştir.Bkz. Mezhep kavgası) El Nusra çetesine silah sağlamakta
ve lojistik destek vermektedir. Aynı çete mensubu teröristler 30 Mayıs 2013 tarihinde elinde 2 kg sarin gazı
ile Adana’da yakalanmışlardır. Tesadüf buki aynı sarin gazının şimdi Suriye’de
devlet tarafından kullanıldığı iddia edilmektedir.
El Nusra bir diğer taraftan Suriye’nin kuzeyinde ki kürtleri
katletmekte ve hükümetimiz buna sesiz kalmaktadır. Yurt içersinde çok öenmli
bir açılım ile ilerletmekte oldukları barış süreci hassasiyeti varken komuşu
ülkemizdeki Kürtlerin katledilmesine göz yummak dahası onları katleden gruba
silah desteği vermek çok güven veren bir politika olarak görünmemektedir.
Suriye devletinin yok ederken Türkiye’ninde Güneydoğu sınırlarını El Kaide
emanet etmek te ne kadar akıllı bir politikadır tartışılabilir.
Bir diğer konu ise Suriye tarafından kullanıldığı öne
sürülen kimyasal silah konusudur. Suriye’deki çatışma ortamının ilk başladığı
günlerde RTE her aybaşı soğukkanlılıkla tarih veriyordu. 2 aya Esad gider, 3
vakte kadar Esad gider misali ancak işler RTE’nin tahmin ettiği gibi yürümedi ve
2 sene geçti Esad orada muhalifler güçler ise ilk zamanlarında Esad’da karşı
savaşıyorlardı sonar birbirlerine karşı savaşmaya başladılar ve değil Esad’I götürmek
deteksiz ayakta kalacak halleri bile kalmamıştı. Ülke dolaşarak yardım ve mühimmat bulmaya
çalışmaya başlamışlardı. Şimdi ki iddia ise Esad’ın bu kadar rahatlıkla
götürdüğü bir savaşta hiç ihtiyacı olmamasına ragmen Kimyasal silah kullanarak
uluslararası güçleri ülkesinde savaş içine çekmeye çalıştığına inanmamız
doğrultusunda. Esad katil, acımasız bir şeytan olabilir ama bu kadar aptal
olduğuna inanmam açıkcası biraz zor.