25 Aralık 2012 Salı

...pamama, ...dememe

olabilecek en iyi maçı düşünüyorum,
sonra abdi ipekçi'ye olan trafik geliyor gözümün önüne,
yılmıyorum, varıyorum salona.
cok acayip bi mac oluyor,
iyiyiz,

bazen sevinçten 4 sıra aşağı düşüyoruz tribünlerde...
kartlal top 16'da fena esiyor,
maç bitiyor.
sevinçten napıcağımızı şaşırmışız,

navigasyonu kuvvetli bir arkadaşımız otoparkta otomobili bi çabuk buluyor.
içindeyiz, motor calisiyor,
camlar buğu olmaya başladı galiba,
otoparktan çıkamıyoruz, her yer otomobil,

her yer kıpkırmızı stop yanıyor.
çıktık mı derken trafik yutuyor bizi,
dönemiyoruz bi türlü,
gelmesemiydik acaba diyorum için için.

yardım edin,
beni bu psikolojiden kurtarın.




9 Ekim 2012 Salı

hayat dönüyor


yeni ev sonrası, yeni iş derken hayat dönüyor.

mevsim de eksik kalmıyor, o da dönüyor. döndükçe karanlık geliyor, karanlık geldikçe melankoli artıyor artmasına ama artması eskiye götürmek, döndürmek olmamalı.

e hani mevsim geçiyor, zaman ilerliyor, yeni düzen kuruluyordu?

belki de kuruluyor. en azından kağıt üzerinde oyle. yeni insanlar, yeni alışkanlıklar... başta garip ama aslında lazım belli ki. yine de hatırlatiyim kendime, not olsun. korkmak lazım alışkanlıklardan.

ne bekliyorum, neyin peşindeyim bilemiyorum. şimdilik böyle iyi diyebilirim. en azindan nezle bitiyor, burnum koku almaya basliyor diye havaya giriyorum kendi kendime. iyi iyi.

boyleyken boyle.

bu da günlük tipi tarihi belli bi not olsun.


 Sevincem'in katkılarıyla(:

13 Temmuz 2012 Cuma

Kadir Topbaş 3.Köprüye Karşı Çıkanlar Nerede Diye Seslenmiş, Burdayım.

İstanbul sevdalası Topbaş biz İstanbul için neler yaptık kıymetimizi bilmediler nevisi mazlum bir konuşma yapmış. Sonra da biz ile dalga geçmeye çalışarak bize "İstemezükcüler" demiş. (Dediği kelimeyi yazabilmek tekrar konuşmasına bakmam gerekti hak verirsinizki garip bir kelime olmuş, ama olsun Türkçe'mizi zenginleştirmiş.)

Velhasıl bir İstemezükçü olarak 3 köprüye gelene kadar neler yaşandı bakalım.

En yakını köprülerdeki bakım operasyonu ile başlıyor. İstanbul'lu cehennemi görsün zorluk çeksinki 3. köprünün nekadar gerektiği belli olsun mantığı ile yapılan operasyonda, önce hiç bir önlem almadan hönk diye köprüden 2-3 şeriti iptal ederek trafiğin içine edeceksin 10-12 gün ızdırap yaşattıktan sonra son derece basit olan bir dizi önlem alarak trafiği bir hayli rahatlatacaksın. İnsana sormazlarmı ekstra gişe açık tutmak araba vapurlarını 24 saat çalıştırmak, yük araçlarının trafiğini başka saatlere almak gibi önlemleri alabilmek için 12 gün niye bekledin. İstanbul'lu evet haklılar 3.köprü gerek desin diyemi? sonrada çıkıp bu açıklamayı yapabilmek için mi?

1990 senesi İstanbul nüfusu 6.629.431 kişi, 2000 senesinde  ise 8.803.468 kişi (http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0stanbul#Tarihsel_n.C3.BCfus) bu ikisinin ortalamasından yola çıkarsak, 1995 senesinde yani RTE İstanbul'un başına geldiğinde tahmini Nüfus 7.716.450 Kişi civarındadır. İstanbul'un kalabalık olduğu, çok yoğun göç aldığı bu şekilde gelişen bir göç ile ne şehircilik olması nede İstanbul trafiğine bir çözüm bulunması imkansızdır. Başa gelen herhangi bir belediye başkanın yada başbakanın önce bu göçe çözüm yolları bularak önüne geçmesi gerekmektedir. Peki böyle bir çalışma olmuş mu? 2011 senesi İstanbul nüfusu 13.483.052 kişidir. Yani tahmini 1995 senesi nüfusndan 5.766.603 kişi fazla Şimdi 3. köprü nereden çıktı anlıyormusunuz. Sen şehre her 15 senede 5 milyon kişi taşırsan her 15 senede bir yeni köprü yapsan yine çözüme varamazsın. ama tabii bu yeni gelenler sana oy verecekler gelme diyemiyorsun.

Hele Seçim vaadlerinde başbakanımız MÜJDEYİ verdi !!! (Kime ise bu müjde İstanbul'luya olmadı açık) İstanbul'la bir kanal 2 yeni şehir yapacakmış 2023 yılına kadar. Hedef Nüfusu 30 milyon yapmak boğazada herhalde 6 köprü yapmak.

Projeyi tamamlamak için TALAN profesörü Bayraktar'ı bakan yapması işin cabası, diyorlarki 3. köprü tamamlanınca İstanbul daha yeşil olacak. Kesilen ağaç yerini Lale soğanı ekerek dolduracaklarını sanan bir zihniyet tabiki bunu söyleyebilir ama bu halk buna inanacak kadar safmıdır. (Bu cümleyi yazarken inanmak istedim ama maalesef bizim halkımız buna inanacak kadar saf)
Sayın Belediye Başkanımızı her platformda eşit şekilde yapacağımız bir tartışmaya davet ediyorum. Bakalım 3.köprünün getirecekleri ve götürecekleri konusunda her platformda tartışırım. Bir grup soru bile sormayı beceremeyen ( Yada soru sormak istemeyen) gazeteciye demeç vermek kolay. Soru soran bir halka cevap vermek aynı şekilde kolaymı görsün bakalım.


1 Haziran 2012 Cuma

Euro 2012


Çocukluğumdan beri Olimpiyatlar, FIFA Dünya Kupaları ve UEFA Avrupa Şampiyonları'nın her biri beni ayrı ayrı çok heyecanlandırır. Öyle ki her iki yılda bir Haziran ve Ağustos aylarımı bu turnuvalara göre planlarım, ofis verimim bir tarafa evliliğe olan duruşum bile zaman zaman sarsılmıştır bu dev heyecan rüzgarları esmeye başlayınca.

Belli ritüelleri vardır futbol şampiyonlarının. Öyle TV başına oturmak, maçı beklemek ile olmaz. Hazırlanmak lazım ruhen, bedenen. 

Şampiyona başlamadan önceki haftalarda Figurini Panini sticker kitabı alınır, kutu kutu alınan stickerlar büyük bir özenle açılır, yapıştırılmaya hazır hale getirmek için takımlara ayrılır ve dikkatli dikkatli kitapda yerleri bulunur, yapıştırılırlar. Eldekiler yetmez de eksikler kalırsa ilkokuldan kalma alışkanlık ile önce liste çıkarılır, bu işin peşinde olan arkadaşlara ulaşılıp çiftler değiş-tokuş edilir. Yine de eksik kalırsa Figurini Panini'n kapısı çalınırdı. Bugünler de yapılmıyor değil ama yanına yeni eklenen oyuncaklar da olmadı sayılmaz.

2-3 yıl önce yaşanan büyük göç neticesinde PES kıtasından FIFA'ya geldiğimizde başımıza bu kadarının da geleceğini düşünmemiştim. Yaklaşık bir ay önce FIFA 12 üzerine kurulan bir expansion pack ile EURO 12 Play Station'larımızı şenlendirdi. Yeni eklenen bu oyuncak bizi bizden almaya turnuva öncesinde başladı ama sınrasında da o günün maçlarını oynayarak etkisi devam ettirecek belli ki.

Subbuteo Germany'88
Subbuteo Germany'88
Çok uzun yıllar öncesine dönünce Subbuteo gelir akıllara. O zamanlar bilgisayar Sinclair ile, futbol oyunu da P.T.T'li, Zonguldakspor'lu Futbol Menajerlik oyunu ile kısıtlıydı. İyi ki de kısıtlıymış, yoksa o dönemde hem parmak, hem akıl, hem de futbol bilgi ve becesinin bir arada bulunabileceği başka bir oyun düşünülmez, yaratılmazmış. Onbire onbir oynanan ve gerçek futbola halı sahadan sonra en yakın futbol oyunu diyebileceğimiz subbuteo, kırmızı ve mavi iki takım ile kumaş sahalarda başlayan ancak Astro Pitch'lere uzanan sevdası, Italia 90 ile tanıştığımız yedekli takım kadroları, beyaz-sarı-turuncu adidas tango'lu, mitre'li çeşit çeşit futbol topları, her çeşit direk ve file tipi ile kaleleri ve tabi ki 88 yılında Almanya'(mızın)nın giydiği eşsiz güzellikteki formalarını Subbuteo adamlarının üzerinde görmek. Aman allahım!


Bunca oyuncak, bunca edevat aslında yerini tam olarak kaybetmediyse de iphone app'ler, tiwitter @ accountlar girdi hayatımıza. Turnuva takip etmek, ruhunu anlamak, içine girmek, iliklerine işletmek için o kadar çok yol yordam varki artık. Onlardan biri de Euro 2012 iPhone app. 16 takımdan anlık haberler, fikstür, puan tablosu , skorlar ne ararsan var. Bir de goller cebine gelse anında daha ne istersin?

Durum böyle olunca, tunuvaya her yönden konsantre olup hocadan forma bekler hale geldiğinde yıllar geçse de unutmadığın bazı anlar oluyor. İşte o anları aklıma geldiği gibi youtubeladım ki, hep beraber bakalım.


İlk olarak, 1984 Los Angeles Olimpiyatları'nda Carl Lewis'li 100m finalini bir tarafa koyarsak o yaşda bile bir aylık hayat düzenimizi değiştiren ve bizi televizyona kilitleyen Olimpiyatların kapanış seremonisidir anılarımda en başta yerini alan.



Hemen arından, 2 sene sonra beni göz yaşlarına boğan  ValdanoBurruchaga ve Maradona'lı kadrosu ile yeşil formalı Almanya'mızı dize getiren meşhur Mexico 1986 finali. Mehihoo, meeeehihooo!


1988 yılında babamın diz ameliyatı için ailecek Almanya'ya gittiğimizde hem Leverkusen'in gölcüsü Bum Kun Cha'nın ellerinde yükselen UEFA Kupasına dokunma, hem de Avrupa Şampiyonası öncesi adidas tango futbol topunu ağlaya ağlaya aldırma şansı yakalamıştım.  Ağlaya ağlaya aldırmıştım çünkü alışveriş merkezi içinde topu en çok sektirebilen ben değildim. 


Yine de ne olursa olsun, istersen golcünün adı Van Basten olsun; UEFA kupası bir tarafa, Bum Kun Cha bir tarafa final maçında televizyondan böyle bir gol görebilecek olmamız kimin aklına gelirdi ki?


Yıl 1990, yer Club Med Kuşadası ve bu defa çimlerin üzerine kurulmuş, denegede zor duran ileri mi ileri teknoloji, renklerin birbirine karıştığı tüplü bir 52 ekran televizyondan turistlerin görüş açısını kapatmamak için yerde sürünerek izlenen ve uzatmaya giden İngiltere - Kamerun maçı. Tüm köy Kamerun için birleşmişti ama... 




1992 yılında iyiden iyiye basketbolcu olmak için zamanımı antrenmanlara vermiştim gel gelelim kalan zamanlarda turnuvayı hayvanlar gibi izlemiştim. Danimarka'nın tatilden kalkıp misafir olarak gelip finalde Almanya'mızı dize getirmesi hiç hoş olmamıştı ama maçı kombinleyen 6.kattan düşen saksının tanımadığım birinin omzuna isabet etmesiydi.


Açılışlar, kapanışlar, goller tek başlarına televizyondan gördüklerimiz ile değil, o gün nerede, kimle, ne yapılmıştı detayına kadar kalan ve akıldan çıkmayan güzel yemekler, unutulmaz tatiller, sevgililer gibidir. Bazen evde yanlız kaldığımda, bazen tunuva heyecanı sardığında düşünürüm o günleri ve hatırlamaya çalısırım skorları, golleri... mutlu olurum.


2010 Africa Dünya Kupası mutlu anılarla kapanmadı pek. Aklımda kalan "dünya kupasından sonra düşünürüz "demek oldu. O da döndü döndü Papaz-pilav ilişkisine geldi. Bu defa daha iddialıyım bu Avrupa Şampiyonası benim şampiyonam olacak, hadi bilemedim 2014 Dünya Kupası benim olsun, hiç bilemedim 2016-2018-2020... birinden biri.


Bu hayatta bir kupa da benim olsun.





Artık yarış başka kulvarda

90'lı yıllarda kadim dostum, yol arkadaşım, Bodas tanrısı bir arkadaşım ile bir çok yönü ile aynı olan hayatımız bir konuda ayrılıyordu o da Müzik. Kendisi bir Metallica hayranı ben ise U2 hayranı idim. İkimizde grupları yaptıkları müzikler ile kıyaslamayı bıraktık farklı yönleri ile karşılaştırmaya başladık. Yaptığımız tartışmaların pek bir galibi olmadı zaten genellikle tartışmalarımızda pek galip olmazdı hedef bu değil muhabbetti.

Tabii zaman Metallica'dan çok şey aldı götürdü. Grubun yarısı değişti gerisi kaldı yaptıkları müzik ise artık gruplandırılamaz bir hal aldı en son festivallerde 3-4 parça çalacak enerjileri kaldığından festival grubu haline geldiler. U2 ise iki senede bir yaptıkları dünya turnelerinin hepsinde gelir rekoru seyirci rekoru para harcama rekoru gibi yeni rekorlar ile müzik hayatlarına devam etmekte. 

Peki neydi aralarında fark, Yaptıkları müzik desen değil, zira iki grupta 90 lı yıllarda 1-2 albüm ile zirve yapmış daha sonraki hiç bir albümlerinde bu albümlerin üstüne çıkamamış ve tabiri caiz ise bu albümlerin altında ezilmişlerdir. Ama U2 bir şeyi çabuk anladı. "This is show business". Evet taktir edersin etmezsin desteklersin desteklemezsin o ayrı ama işi şova dönüştürmeyi iyi becermek kalıcılık için önemlidir. 

http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/20577978.asp Gazete haberini görünce anlayaağınız gibi Bono yakında Metallica'nın tüm haklarını satın alacak paraya sahip olacak o zaman Dublin'deki evinin garajına Metallica elemanlarına koyup tam bir garaj bandosu haline sokacak diye düşünüyorum. 

Sözüm Osmanlı Sempatizanlarına

Valla söze nereden başlayacğını şaşırıyor insan, eskiden modayı modacılar yaratırdı artık hükümetler yaratıyor. Son yıllarda Türkiye'de parlayan bu osmanlı modası en çok hükümetin hoşuna gidiyor diye düşünüyorum nede olsa başbakan kendi sultan sanıyor.

Muhteşem yüzyıl dizisi ile iyice hız kazanan, fetih kutlamaları ile doruğa oluşan akım Sultan Tayyip'in Çamlıca tepesine sultanlara yakışan bir camii yaptırması ile devam edecek gibi duruyor. Öncellikle şunu belirtmek isterim, Kurtuluş savaşı sırasında Türkler yalnız batılı işgalci kuvvetlerinden kurtarılmamış bunun yanı sıra gerici Osmanlı Hükümdarları ve bunların yandaşlarından da kurtulmuşlardır. Savaş sadece meydanlarda verilmemiş ayrıca insanların kafasında verilmiş ve eğitim eşitlik anltılmaya çalışılmıştır.

Günümüze döndüğümüzde herkes de bir padişah yüzüğü merakı başlarınada bir padişah oturtma merakı. Son örneklerinden biri Sultan Mekanı Projesi;

http://www.sultanmakami.com.tr/galeri/galeri.html

Küçük padişahlarımızı oturtacağımız mekan burası olacak herhalde, ortak harem hizmeti sunuyorlarmış böylece orada oturan küçük padişahlar swing party imkanıda sunacaklar.

Bu sırada bir diğer tahminim Sultan Tayyip'in Çamlıcaya koyacağı camiinin minarelerinin 3 şerefeli olacağıdır. Osmanlı zamanında yalnız padişah adına yapılan camiilerin 3 şerefeli olması bir kültürdür. Ama biz yine kültürümüzün işimize gelen kısmına sahip çıkıp gelmeyen kısmını konuşmadımız için günümüzde kendini padişah zanneden herkes 3 şerefeli camii yaptırabilmektedir. Çok el üstünde tuttukları osmanlı kültürünüde bir nevi aşağılamaktadırlar.

Bir diğer konu İstanbul'un fethinin kutlanması; Dünya'nın en büyük saçmalıklarından diye düşünüyorum. İstanbul'un fethi tarihi açıdan önemli bir olaydır ama Müslümanlık için çok önemlidir. Türkler için aynı önemde değildir. Türkü büyük yapan İstanbul değil İstanbul'u Büyük yapan kanaatimce Türklerdir. Çünkü ben önce Türk Sonra ateistim ülkemin vatandaşlarınında büyük bir kısmının önce Türk sonra Müslüman olması gerektiğini düşünüyorum.

Velhasıl ilham kaçtı akıcılık gitti hikayemi bitiriyorum.

24 Mayıs 2012 Perşembe

Drew Amca

Kyrie Irving diye bi cocuk var, NBAi epey yakin takip etsem de gecen senenin 1 no.lu draft'i olup bu sene en iyi caylak odulu alan bu genc arkadas hakkinda cok fikir sahibi degildim gecen gune kadar.
Isin garibi tanimami ve ilk takdirimi almasini saglayan sey bu basketbol yetenekleri degil, herifin hem yazip hem de yonettigi reklam filmi...


Sonra insan merak ediyo tabii basketboldaki yeteneklerini de...


Sivil'Cem


Ergenliğimde şov sivilceliydim. O sebepten olsa gerek az çok sivilce ile nasıl mücadele edilir bilirim. Parmaklarının en kaşındığı, sivilceye dalsam mı artık noktasına geldiğinde nasıl bir açı ile nereden dalınması makbuldür konusunda tecrübeliyim. 


Hatta operasyondan verim alabilmek için sivilcenin aynaya en patlayabileceği zamanı takip edip çokca sivilce üstü ayna temizliği yapmışımdır.


Öyleki bir gün burnumdaki bir sivilce öyle bir ceraat kusmuştu ki, abim arkamdan gelip spray espirisi yaptı sanmıştım. 


Bunca tecrübeye rağmen tahmin ediyorum araya alınan 13-15 yıllık sivilcesizlik zamanı ile birlikte sivilceye atılacak ilk bakışı, nasıl davranıp, ne demem gerektiğini, ne zaman tatlılık yapıp, ne zaman elini tutacağımı unutmuşum.


10 gündür yüzümde muazzam bir parça ile dolaşıyordum.


Yaşımın da gerektirdiği olgunluk ile uzun süre kendisi ile aynada göz göze bile gelmedik. Ne ben ona yazdım, ne de o benimle ilgisi olduğunu düşünmemi gerektiren bir sinyal çaktı.


Konu aramızda bu kadar soğuk gelişince, pozitif bilim/fen yöntemleri ile, isviçreli bilim adamlarından da yararlanarak bulunduğu yeri terk etmesini, benden vazgeçmesini istediğimi belli etmemin gerektiğini düşündüm. Yıllar önce bu yöntemlerin başında bavul ticaretinin yüz akı Clearasil gelirdi. Bir sürerdin Clearasil'i sivilceye, sabaha kadar o sivilce mutasyon geçirir sivilceden başka herşey benzerdi. Görünürde sivilce değildi artık ama tüm hacmi ile durmaya, al beni-patlat bana davetkarlığına devam ederdi. 


Bu tecrübeden yola çıkarak dedim ki bu işi bilene soralım. Hem tekonoloji değişti, hem de sivilceler... İşte o kim bilir, ne yapılır acaba konusunda yanılmış olduğumu anlamam fotosentez arası kadar sürdü. Çünkü yatmadan önce yanlışı yapmış Cem'in üzerine diş macunu sürmüştüm.


Aslında diş macunu ile değil yumurta testi yapılması, diş fırçalamak haricinde farklı bir yerde kullanılabildiğine inancım hiç olmadı. Her nasılsa, nasıl olduğunu bilmediğim bir ayrıntı anında sivil'cem üzerine sürmüş oldum.


Cem bu işten pek haz almış olmasa gerek ki, siviceliğinden vaz geçmezken üzerinden bir parça deriyi atmayı da ihmal etmedi. Vaziyet kaşınan parmak uçlarım için büyük fısattı. Sivilcenin ucundan tutulabilecek bir sapı, bir deri parçası olması aynada net, akıl skalasında ise gerilerdeydi.


Aldığım küçük deri parçası Jenga'da en dokunulmaması gereken tahtaymış meğer. Nasıl bir kanamak, nası bi kanama'.


Kanayan sivilce oldumu bundan sonra yapılacak tek şey sivilce ile kozlarını paylaşmak olur. 
Dalmalısın ki, onca zaman ortaya koyduğun soğuk savaş teknikleri, dalardım sana ama hadi bakalım tehditlerinin altı dolsun. Altı dolmalı yoksa bundan sonra gelecek cem ve arkadaşları yönetime oturur, hokkabaz eder adamı.


Fena daldım. Taaruz esnasında beklenen kan kaybı beklenmeyen bir hal aldı. Öyle bir debi yakaladı ki kan, iltihap patladı mı patlamadı mı kanın altında kaybolunca anlaşılmaz bir hal aldı. İlk nefes verdiğimde aynada sivilceyi sıkmaktan kıpkırmızı kesilmiş bir yanak kaldı.


Bir kaç gün kazananı olmayan bu mücadeleyi hazım edip sivilce ile birbirimizi tartar hale geldik. Play-Off'da son maça kaldı durum. Ben zaman gerektiğinin farkında olarak önümüzdeki sivilcelere bakıcaz klişesine yürüdüm; taaki doktor'a gidip doktor bu ne? diyene kadar.




Doktor, doktorluğundan olsa gerek efendi davranıp, muzip gülüşünü benden saklamadı. Siz ki okumuş bir şehirlisiniz ne işiniz var diş macunu anlamına gelen laflar bir nefeste ağzından çıkmış oldu. Aslında fark ettim ki ben de cahil davranışımın karşılığı olacak bu sözleri bekliyomuşum. 


Duymak iyi geldi.



Hayat ve Poker...



Hayat ve Pokerle ilgili bircok yazi bulmak mumkun. Hatta L.R. Schreiber "Poker as Life" isminde bir kitapla hayatin aslinda bir poker oyunu oldugunu da anlatmis. Merak edenler kitabi veya ozetini internetten bulup okuyabilirler. Benim o ozette rastlamadigim (muhtemelen Texas hold'em le ilgili yazmamisti) ama poker ve hayati dusununce ilk aklima gelen nedense su oldu:



  • Paran digerlerinden coksa, elin (yetenegin, egitimin, bilgin) kotu olsa bile potu (avantayi) kazanma ihtimalin yuksek... 

ya da tersi bir yaklasimla;



  • Elin ne kadar iyi olursa olsun, paran limitli ve sansin azsa kaybetme ihtimalin yuksek...


ve Poker oynayis tarzina gore hayata bakis ve karakter analizi calismalari ne durumda acaba? Kaybetmekten korktugu icin kumar oynamayanlar gercek hayatta nereye varabilecekler...


Bir de Woody Allen soyle buyurmus tabii, unutmamak lazim:


Kumar ve seks birbirlerine cok benzerler. Ikisinde de iyi bir eliniz yoksa iyi bir partneriniz olmalidir...



14 Mayıs 2012 Pazartesi

Final Four - Istanbul

Final Four zaten kendi basina, nerede olursa olsun guzel bir turnuva.


Yine de Istanbul'da ust uste 2 defa bu kadar acayip sonlar yasanmasinin bir anlami olmali.




1992 - Partizan




2012 - Olympiakos


Tekrar bir UEFA CL Final'i Istanbul'a gelse o nasil bitecek acaba?





11 Mayıs 2012 Cuma

Yakalarsan Yaşarsın

Normal bir ülkede normal insanlar ile normal bir hayat yaşıyor olsam herhalde bir blogda yazmam gerekmezdi. Anormal bir ülkede farklı insanlar ile garip bir hayat yaşıyorum en iyisi paylaşmak diye düşündüm.

ilk yazı konum uzun yaşamanın sırrı. Cevabı ağaç olmak. anlamayan var ise anlatayım. Bir ağaç Dünya'da nerede doğucağını yada yaşayacağını seçemez bu bakımdan insandan çok bir farkı yoktur. Hatta insandaki mobilite avantajından ötürü insana göre dejavantajlıdır. Diet yapayım spor yapayım içki içeyim içime edeyim gibi davranışlar arasında seçme şansı yoktur. Bütün bunlara rağmen ortalama bir ağacın ömrü bir insanınkinden bir kaç kat fazladır.

Şimdi aranızdan bir kısım zekinin bunun yaratılıştan gelen bir fark olduğunu düşündüğünü tahmin edebiliyorum. Bu şekil düşünenlere önce afferin diyorum sonrada izmir maaşı ile yerlerine gönderiyorum. Onları bu mal düşünceleri ile başbaşa bırakıyorum.

İşin sırrı yaşama amacı ve şeklinde yatıryor. Ağaç tohumdan fidana, fidandan ağaca dönüştüğü süreç boyunca büyüdüğü yerden şikayet etmek yerine burada nasıl büymeyi başaracağı konusu üzerine çalışır. Hedef bir miktar güneş birazda topraktır. Çevresine en az zararı vererek ihtiyacını alarak ve aldığı kadarını vererek büyür. Çevresindeki ahengi bozmaz çevresindeki ahengi korur hatta olmayan ahengi yaratır. Hedefi sadece yaşamaktır. Yaşadıklarını gövdesine kazır ama bunları bir ahenk içersinde güzellikle sergiler. Başıma bu geldi diye ağlamaz buna rağmen ayaktayım diye gururlanır. İnsan ise her daim topu taca atan bir yapıya sahiptir. Doğduğu andan itibaren talihine kaderine küfür eder. Her sıkıntının nedenini başkalarında arar. Ahenk yaratmaz bozar. Verdiğinden verebileceğinden fazlasını alır. Aldığı ile yetinmez dahasını ister.

Yazıyı okuyan akıllı kaldı ise onları da duyar gibi olduyorum. Ot gibi yaşasak uzun yaşarız diyorsun yani düşüncesindeler. E benim yazdıklarımdan anca bu anlamı çıkarıyorsan sen hiç bir noktada uzun yaşamazsın ama en kötü alternatif olarak ot gibi yaşamaya çalışabilirsin.

Demek istediğim ahengi yakalamaya çalışın ve kaybetmeyin. Bu şekilde varırsınız bir yere..

25 Lira

0lympiakos FC 0-2 Athletic Bilbao
Birseyi iyi bilmene, antrenmana hatta yetenege bile sahip olmana gerek yok sayet cok istiyorsan. 


Dun cok isteyen birine verdim 25 Lira'yi. 


Iyi de oldu.


Hadi bakalim.